2 Nisan 2013 Salı

Mumbai (Bombay)


            Sabahın erken saatlerinde Mumbai Bandra Terminalde olduk. Şehir içine sadece taksilerin girmesine izin verildiği için, bir taksiye bindik, pazarlıkla 600 rupiye anlaşarak, dört  terminalden biri olan Mumbai CST (Chhatrapati Shivaji Terminus) terminale geldik. Buranın eski adı Viktorya Terminalmiş. İstasyonda neredeyse hiç aralıksız işleyen 18 adet peron var. Her gün 35 adet, 4 adet tren de haftada 3 gün kalkıyor, transit geçen trenler hariç. Diğer 3 istasyonun durumu nedir bilmiyorum ama Mumbai CST’den günlük yaklaşık 35 milyon kişinin ulaşımı sağlanıyormuş.
Mumbai Chhatrapati Shivaji Terminus(Viktorya Terminal)
Eşyalarımızı emanete verdikten sonra, caddeye çıktık. Sabahın erken saati olmasına rağmen, her yıl yapılan bir maraton nedeniyle caddenin çok kalabalık olduğunu gördük. Caddenin büyük bir bölümü trafiğe kapatılmış, bando ekibi müzik yapıyordu. Bir taksiye binerek turistik bir mekan olan Kolaba Street’e gitmek istedik. Mesafe yakın olmasına rağmen, taksici 250 rupi istedi, vermedik. Başka bir tanesi 50 rupi dedi. Kısacası pazarlık yapmazsanız, fazla para ödersiniz.
Gece Mumbai CST
Mumbai (eski adıyla Bombay), Maharaştra eyaletinin başkenti. Portekiz’liler kente Bom Bahai, İngilizler Bombay adını vermişler. Hindistan’lılar ise 1995 yılında kentin adını değiştirerek, Tanrıça Mumba’dan türetilmiş Mumbai adını vermişler. Hindistan’ın ticaret, finans ve kültür başkenti kabul ediliyor. 20 milyona yakın insanın yaşadığı, liman kenti olan Mumbai, dünyanın en kalabalık 3 kentiymiş. Hindistan’ın sinema endüstrisi Boolywood bu kentte yer alıyor. Bu nedenle sinema sanatçılarının büyük bölümü de bu kentte yaşıyor. Bu arada Mumbai, İzmir’in kardeş şehriymiş.

Kolaba Street turistlerin ve turistik mekanların olduğu bir yer. Sabah erken saat olduğu için, sokaklar oldukça sakindi. Önce Gateway of İndia denilen yere gittik. Kral V. George ve Kraliçe Mary’nin Hindistan’a gelişi onuruna yapılmış olan bu kapı, İngilizlerin hakimiyetini ve gücünü göstermek adına inşa edilmiş. 5 tane girişi bulunuyor. 1924 yılında yapımı tamamlanan bu Hindistan kapısının hemen karşısında, İngiliz yönetimine karşı, gerilla hareketi başlatan Cahhatrapati Shivaji Maharaj’ın heykeli yer alıyor. Tezatlıkların birlikte yaşandığı bir ülke burası…J Sabah saatlerinde fotoğraf çektiren az sayıda insan, çok sayıda kuş vardı. Kuşlar, kendilerine yem veren kişilerin elinden çekincesizce karınlarını doyuruyorlardı. Bir an İstanbul’daki Yeni Camii gözlerimin önünde canlandı. Bir süre gezdikten sonra, ara sokaklarda dolaştık. Sabah koşusunu yapan yabancılar, gazete satıcıları, işyerlerini açmaya başlayan insanlar günün başladığını haber veriyorlardı.
Gateway İndia
              İngiliz mimarisinin Bombay’daki güzel örneklerinden biri olan Tac Mahal Otel, denize bakan köşe başında haşmetli bir görüntü sergiliyordu. Kasım 1998 yılında bombalanan, 164 kişinin öldüğü, 300 kişinin yaralandığı Tac Mahal otel, acılarını unutmamış ancak yaşamın devam ettiğini gösterir bir şekilde, bütün ihtişamıyla karşımızda duruyordu. Sahilin sonlarına doğru geldiğimizde, yoksulların yaşadığı bölgeye geldik. Kirlilik ve pisliğin kokusu bulunduğumuz yere kadar geliyordu. Sabah taksi ile geçtiğimiz bir bölgede, bir duvarın dibinde perde ve teneke ile kapatılmış bölmeler görmüştük. Taksici, onların fakirler olduğunu ve orada yaşadıklarını söylemişti. Kolaba Streetin alt kısmındaki bu bölgede de benzer görüntüler vardı.
Güvercinlerin beslenme saati

Kargalar ekmekleri havada kapıyordu

Tac Mahal Otel

Ana caddeye çıktığımızda, İngiliz mimarisini değişik örnekleri karşımıza çıktı. Galler Prensi Müzesi, Modern Sanat müzesi, Halk Kütüphanesi muhteşem mimari yapılarıyla dikkat çekiyordu. Her biri sanat eseri niteliğindeki bu yapılar, İngilizlerin Mumbai’ye verdikleri önemi de gösteriyordu. Müze bahçesinde bir süre dinlendikten sonra, caddeyi dolaşmaya çıktık. Caddenin her iki tarafı satıcılarla doluydu. Bir sanat galerisi, hemen önünde sanatçıların kendi eserlerini satmaları için onlara stand vermişti. Mağazaların ön kısımlarında satıcıların tezgahlarını açmışlardı. Bu görüntü çok hoşumuza gitti. Kıskançlık yok, değer vermek ve saygı duymak var. Hindistan’ın hoşgörü ve saygısını bir kez görmüş olduk.
Sokakta da uyunur

Burada yaşanıyor
Caddede minik bir kız çocuğu ip cambazlığı yapıyordu. Fotoğrafını çekmek istediğimde bana eliyle para işareti yaptı. Elimdeki parayı gösterince gülümsedi ve ip üstünde yürümeye başladı. Ablası da elindeki davulla ona ritim veriyordu. Bu arada bir parkın içinden geçerken bir ufaklık geldi ve para istedi (elbette 10 rupi), vermeyince koluma vurdu ve gülerek gitti. Benim payıma da şaşkınlık içinde gülmek düştü tabii…J
Cambaz kız ve ablası

Çeşme

Akşamüstü Gateway İndia’ya yeniden geldiğimizde müthiş bir kalabalık vardı. Sabah gördüğümüz kuşların çok azı kalmıştı tabi. Satıcılar, fotoğrafçılar, gösteri grupları, çay satıcıları, ünlüler, tekne gezisi yapanlar mahşeri bir kalabalık oluşturmuştu. Bu arada belediye bandosu da müzik yapıyordu.

Mumbai’de gezilecek çok fazla yer var, ancak bizim programımızda burası yoktu ve sadece 12 saatimiz vardı, bu nedenle görülmesi gereken birçok yere gitmedik. Bir sonraki sefere Mumbai kesinlikle programımız arasında yer alacak. 
Galler Prensi Müzesi
Akşam karanlığı çöktüğünde bir çin restoranında yemek yedik ve tren istasyonuna döndük. Yolumuz son durağımız olan Goa’ya. Deniz ve güneş bizi bekliyor…

1 Nisan 2013 Pazartesi

Puskar



Gece saat 01.30 da Ajmer tren istasyonunda indik. Gözlerimizi bizi bekleyecek olan otel görevlisini aradı ancak kimse yoktu. Her yerde olduğu gibi etrafımızı taksi-rikşa diyen bir sürü kişi sardı. Durumu anlatınca genç bir Hint’li otele telefon ederek yardımcı olmaya çalıştı, ancak numara yanıt vermedi. Sonuç olarak gece saat 02.00 de bir rikşaya binerek yola çıktık ve yarım saat uzaklıktaki Puskar’a, elimizdeki kağıtta adı yazılı olan otele doğru yola çıktık. Doğal olarak yolda çok az araç vardı, dağı tırmanmaya başladık. İster istemez aklıma bin türlü kötü düşünce geldi. Bütün kutsal ruhlar adına, bildiğim ne kadar dua varsa okudum. Neyseki kötü bir şey olmadan 02.30 da oteli bulduk. Otelin kapısını açtırdık, resepsiyondaki görevliye rezervasyon kağıdını gösterdik. Otel görevlisi rikşanın parasını ödeyerek aracı gönderdi. Bütün odalar doluymuş, hemen yandaki otelden bize bir yer ayarladı, böylece sabaha kadar bahçede beklemekten kurtulmuş olduk. Şunu hemen belirtmek istiyorum, karşımıza iyi yürekli ve yardım sever insanlar çıktı. Karşımıza çıkan sorunlar, bizi yormadan çözümlendi. Hintliler iyi yürekli ve yardımsever insanlar. Mutlaka tüm dünyada olduğu gibi kötü niyetlileri de vardır ama biz onlarla karşılaşmadık.
            Sabah gece kaldığımız otelden ayrılıp, diğer otele geldik ve gece yaşadığımız sorunun otelden kaynaklandığını öğrendik. Otel görevlisi, bin tane özür dileyerek bir hata yaptıklarını, kaydı bir sonraki gün için almış olduklarından sorunun ortaya çıktığını söyledi. Olan olduğuna göre yapılacak bir tek şey vardı, özrü kabul etmek, biz de öyle yaptık. Hatayı gidermek adına, bizi bahçe katında, çiçekler içinde, kuş seslerinin hakim olduğu bir odaya yerleştirdiler.
Pushkar Gölü
             Pushkar küçük bir kent, ancak son derece önemli bir yer. Kent merkezinde küçük bir göl var. Efsaneye göre, Tanrı Brahman elindeki mavi Lotus çiçeğini elinden düşürmüş ve çiçeğin düştüğü yerde bu göl oluşmuş. Bu nedenle gölün kenarındaki tüm yapılar mavi renge boyanmış. Başka bir efsaneye göre de, Tanrı Şiva, karısı Sati öldüğünde o kadar çok ağlamış ki, gözyaşlarından Pushkar gölü ve Ketaksha oluşmuş. Pushkar, Hinduların hac merkezlerinden biri, bu nedenle küçük, büyük bir sürü tapınak var. Tapınakların bir çoğu Babür İmparatorluğu döneminde yıkıldığı için, yeniden yapılmış. En eski tapınak, 14. yüzyılda yapılmış olan Brahman tapınağı. Daha önce Amritsar ve Delhi’de gördüğümüz Sih tapınaklarından bir tane de Pushkar’da var. Bu tapınakta da, diğerlerinde olduğu gibi, aralıksız ilahiler ve kutsal kitap okunuyor. Birçok tapınak Tanrı Şiva ve Tanrı Brahman adına yapılmış.
Brahman Tapınağı

Sih Tapınağı

            Kentin girişinde Tanrı Hanuman (yüzü maymun şeklinde) tapınağı yer alıyor. Tapınağın hemen önünde Mahatma Gandi’nin ruhani kişiliğini temsil eden bir heykel bulunuyor. Hindistan, Gandi’ye hala çok bağlı, saygıyla anıyor. Büyük bir lider olduğu tartışılmaz bir gerçek. Düşünün, halkın desteğiyle, hiç şiddet kullanmadan, pasif direnişle ülkesinin bağımsızlığını elde ediyor (Gandi filmini izlemenizi öneririm).
Mahatma Gandi

            Kent merkezi çok yakın olduğu için yürüyerek merkeze giderken, yolda bir Hindu, “ boşuna para vermeyin” diyerek, göle atmamız için bize çiçek verdi. Sonra da bizimle birlikte göl kenarına kadar geldi. Sormadım ama belki de bir rahipti, o kadar çoklar kiiii…J
            Pushkar gölü, küçük ve temiz bir göl. Kenarındaki binalar da Varanasi’den farklı olarak bakımlı, mavi boyalı. Göl kenarına tapınaklarda olduğu gibi ayakkabısız inilebiliyor. Hinduların gölde yıkanabilmeleri için 52 tane giriş (Gath) var. Bu gathların kenarında havanın soğukluğuna aldırmadan yıkanan birçok kişi vardı. Bir başka dikkatimi çeken şey de, gölün kenarının temiz oluşuydu. Göle elimizdeki çiçek yapraklarını, tıpkı Hindular gibi elimizi çenemizin altında birleştirip, dileğimizi söyleyerek attık. Bize çiçekleri veren adam da yanımızdaydı tabi. Bir şekilde ondan kurtulmayı başardık. Çünkü genellikle sizden ayrılmıyor ve sonunda da rehberlik yaptım diyerek para istiyorlar. Yaşı gençse, anlatılan öykü çok basit, üniversite de okuduğunu, çocuğu olduğunu, bu işi boş zamanlarında ek gelir adına yaptıklarını söylüyorlar. Belki de doğrudur, ancak aynı öyküyü defalarca dinleyince inandırıcılığı kalmıyor. Bunu siz yardımını istemeseniz de anlatıyorlar üstelik.
Çöl gezisinin temel aracı

Haydiii yemek saati

Dilenci ama ısrarcı değil

            Kentin çarşısı oldukça renkli bir yerdi. Dükkanların bir çoğu turistik olarak düzenlenmiş, neredeyse İstanbul’daki kapalı çarşı gibi. Satılan ürünlerin birçoğu diğer yerlere gördüklerimizden farklıydı. Pushkar, Hindistan’ın Rajastan eyaletinde ve bu eyaletin kendine özgü bir sanatı var. Türkiye’de gördüğümüz aynalı ve işlemeli örtüler, minderler buraya özgü ürünlerdenmiş, görünce anladım. Yine Kaşmir ve kaşmir el sanatlarına ait ürünlerde bol miktarda göze çarpıyordu. Pakistan sınırına kadar uzanan Thar çölü, Pushkar’dan başlıyor. Bu nedenle bu kentte deve önemli bir hayvan. Özellikle çöl safari turları, günlük ve birkaç günlük olmak üzere farklı boyutlarda tekrarlanıyor. Yine deve derisinden yapılmış çantalar, sandaletler, ayakkabılar, ceketler uygun fiyatlarla vitrinleri doldurmuştu.
Pushkar Çarşısı
            Pushkar’ın kutsal kent, hac merkezi olduğunu söylemiştim. Süt ve yoğurt dışında hayvansal kaynaklı hiçbir besin ve alkol kesinlikle yasak. Bütün yemekler sebzeden yapılıyor. Bu kentte de etrafta çöpler yığınlar halinde ve yine domuzlar temizlik amaçlı besleniyor. Çatılarda dolaşan maymunlar, hörgüçlü inekler burada da özgürce dolaşıp, ecelleriyle ölüyorlar. Herhangi bir hayvanı öldürmek büyük günah kabul ediliyor.
            Yerli halk, yerel giysileri ile çevrenin renkliliğine katkıda bulunuyorlardı. Erkekler başlarına renkli türban, kulaklarına küpe takıyorlar. Geniş bıyıkları var. Kadınlar da renkli ve aynalı elbiseler giyiyorlar. Özellikle kadınların takıları inanılmaz gösterişliydi. Takı mağazalarındaki düğün takıları birkaç parçadan oluşuyor, buruna takılan hızmaların yanında çıkan saç uzantıları, en az takı kadar gösterişliydi. Takının bir ucunda saça tutturulmak üzere bir kıskaç bulunuyor, buruna takılan hızma kısmına süslü bir zincirle bağlanıyor, hızma burun içinden vidalanarak takılıyor. Nasıl taşıdıklarını çözemesem de, gördüğüm kadınların çoğunda bu süslerden vardı.
            Pushkar’ın önemli özelliklerinden biri de göl kenarında muhteşem görüntülerle gün batımının izlenebilmesi. Bu neredeyse turistik bir etkinlik haline gelmiş. Gölün kenarındaki büyük bir ağacın altında, orta yaşlarda bir adam (yaşlarını tahmin etmek aslında oldukça zor) her akşam davul çalarak günü uğurlamaya geliyormuş. Güneş bütünüyle batana kadar davul çalmaya devam ediyor. Bu arada sokak çalgıcıları da başka bir ağacın altında müzik yapıyorlar, turistler de bu müziğe eşlik ediyorlardı. Bir de tepede, bin basamakla çıkılan bir tapınaktan etkileyici bir şekilde gün batımı izlenebiliyormuş, ama açıkçası o basamakları çıkmak cazip gelmedi.
Yerel sanatçı her akşam gün batımına davul çalıyor

            Şehir merkezinde elbette ilginç insan manzaraları vardı. Kim olduğunu öğrenemedik ama başında şapka, ayakları çıplak, üstünde sadece bir ceket olan bir adam vardı. Kollarını göğsünde çaprazlama kavuşturmuş, gözleri kapalı olarak yolun ortasında bir süre duruyor, sonra gözlerini açarak hızlı adımlarla birkaç adım atıyor, sonra yine duruyordu. Bu adamla kentin farklı yerlerinde, günün değişik saatlerinde karşılaştık. İnsanlar kollarının arasına para, ekmek vs sıkıştırıyorlar, ama o hiç biriyle ilgilenmiyordu. Nerde yaşar, ne yapar, kimdir öğrenemedik.
Bütün kasabayı tavaf ediyor
            Akşam otele geldiğimizde bir başka sürpriz bizi bekliyordu. Hava karardıktan sonra, gök gürültüsü başladı, şimşekler çaktı ve ardından yağmur başladı. Bir süre sonra yağmur sağanak halinde yağmaya başladı. Ertesi gün öğlen saatlerine kadar yağmur devam etti. Thar çölünün kenarında yağmuru yaşamak sanırım çok sık rastlanacak bir durum değil.
            Ertesi gün kent merkezine çarşıya indiğimizde başka bir durumun ortaya çıkmış olduğunu gördük. Gece yağan yağmur, yol kenarlarındaki kanal içinden akan kirli suların (kanalizasyon) taşmasına neden olmuştu ve sokaklar kötü bir kokuyla kaplanmıştı. Oysa bir gün önce sokaklarda idrar kokusunun olmayışı hoşuma gitmişti. Çünkü birçok yerde sokaklar tuvalet niyetine kullanıldığı için, her yer amonyak ve çöp kokuyordu.
            Arka sokaklarda yürürken bir müzik sesi duyduk. Bando eşliğinde bir düğün alayı geliyordu. Düğünlerde nikahın yapılacağı tapınağa kadar bando eşliğinde geliniyormuş. Tapınağa girişlerini seyrederken gruptan güleç yüzlü bir kadın geldi ve onlarla birlikte dans etmemi teklif etti. Bizim kültürümüzde davete icabet etmek gerekir ya, ben de bunu yaptım tabi…J Teşekkür ederek ayrıldık, onlar tapınağa, biz yolumuza devam ettik.
Damadın güleç yüzlü akrabası
Düğün alayı


Böyle de oynarız işte

            Yağmurdan dolayı hava oldukça soğuktu, bu nedenle dükkanların önünde mangal yakıp ısınmaya çalışıyorlardı. Gölün kenarındaki kafeye gittiğimizde, içeride mangal yakılmış mekan ısıtılmıştı. Ancak keskin bir is ve duman kokusu vardı. Bu kesif koku eşliğinde kahvemizi içerek göl manzarasının tadını çıkarttık. Bir gün önceki düşüncemiz gün batımını dağdaki tapınaktan izlemekti, ancak yağmur ve kapalı hava bunu yapmamıza engel oldu. Bir sonraki gelişimizde yaparız artık. Sonraki sefere de yapacak bir şeyler kalsın değil mi…J
            Otelin arka tarafında bir köy ve köyde bir tapınak vardı. Köye doğru ilerlerken, önümüzde köye doğru bir turist kadın yürüyordu. Kadın bizden önce köye girdi, birden tapınağın rahibinin yüksek sesle kadına bir şeyler söylediğini fark ettik ve kadın geri döndü. Ne olduğunu sorduğumuzda “fotoğraf çekmek yasakmış” dedi. Biz yürümeye devam ettik ve ardından rahip bize dönderek; oranın kutsal bir yer olduğunu, fotoğraf çekemeyeceğimizi, otele bir sürü para verdiğimizi ama tapınağa bağış yapmadığımızı, vs vs bağırarak söylemeye başladı. Kadının neden geri döndüğünü anladık, biz de onun yaptığını yaparak geri döndük.
Köyümüzün tapınağı 

Bindi yakıştı sanırım
            Sonraki durağımız Mumbai (Bombay), oradan da Goa’ya geçeceğiz.