28 Aralık 2013 Cumartesi

Goa



Mumbai’de gece 23.45 de başlayan yolculuğumuz 12.15 de Goa Eyaletinin Madgaon şehrinde sona erdi. İstasyonda taksi durağının gişesine para ödeyerek taksi tuttuk. Burada taksilerin km olarak ücretleri belirli ve istediğiniz taksi ile anlaşamıyorsunuz, sırası gelene binmek zorundasınız. Taksi ile kalacağımız yer olan Calangut’a giderken yol kenarlarındaki karpuz satıcıları, ülkemizdeki yol kenarı satıcılarını anımsattı.
Yol kenarında karpuz iyi satılır
Goa eyaleti, 1961 yılına kadar Portekiz sömürgesiymiş. 1961 yılında Portekizliler çekildikten sonra Hindistan’ın güney eyaletlerinden biri olmuş. Eyaletin yönetim merkezi Panaji şehri. Goa’nın yerel halkı konkaniler ve eyaletin resmi dili konkanca yalnızca burada konuşuluyor. Portekiz sömürgesi olmasından dolayı halkın büyük çoğunluğu Katolik Hıristiyanlardan oluşuyor. Elbette Hindu ve Müslümanlarda var ama çoğunluk hıristiyan. Bu nedenle kilise ve şapellere rastlayabiliyorsunuz. Madgaon ve Mapusa diğer büyük şehirleri. Goa turizm ve diğer doğal kaynaklar açısından oldukça zengin, bu nedenle halkın refah düzeyi de yüksek. Sahil kenarındaki beldelerin hepsi turizmle gelişmiş durumda.
Goa’ya geldiğimizde iklim değişti. Kokonat ağaçları, sebze bahçeleri, yol kenarlarındaki begonviller ve sıcak hava yaz mevsimine ulaştığımızı gösteriyordu. Yaklaşık 40 dakikalık yolculuk sonrası Calangut’a ulaştık. Burada 10 gün kalacağız. Her gün denize girmeyi planlıyorum. Günlüğü 600 rupiden pansiyon odası tuttuk. Pansiyonun sahipleri altımızdaki odada yaşıyorlardı. Odamızda tv, buzdolabı, sıcak su ve tabii vantilatör vardı. Buzdolabının içinde su, soda, bira ve kolalı içecekler vardı, fiyatları bakkaldakiyle aynı fiyattandı. Üstümüze yazlık giysilerimizi giydik ve etrafı dolaşmaya çıktık. Bizim turistik kasabalardan hiçbir farkı olmayan bir yer. Turistler için hediyelik eşya dükkânları, sokak satıcıları,  yolda gezen turistler, tatoo yapanlar, meyve satıcıları, takı satıcıları, mayo ve deniz malzemesi satıcıları, içki dükkânları… Kajuraho’da banka gibi korunan içki dükkânı, Pushkar’da içkinin adının dahi geçmemesinden sonra, Calangut’ta bol miktarda içki dükkânı görmek hoşa giden bir manzaraydı. En çok görülen kaju meyvesinden yapılan fenny adında bir içki (bir tür votka). Fenny limon suyu ile şut olarak içiliyor.
Akşam yemeğinden önce sahile inerek güneşin batışını izledik. Burada güneş ritmik alçalma ile batıyor. Sahildeki restoranlardan birinde kalamar kızartma, karides, patates kızartması ve büyük biradan oluşan akşam yemeğine 540 rupi (18 TL) ödedik. Calangut cennetten bir köşe adeta. Goa eyaletini hippiler keşfetmişler, birkaç yıl öncesine kadar da turistlerin çoğunluğunu hippiler oluşturuyormuş. Ancak şimdi özellikle Ruslar olmak üzere Koreli, Japon, İsviçreli, Amerikalı, Fransız turistler görülüyor. Yılın 6 ayını burada geçiren Avrupalı emekliler var. Hayat o kadar ucuz ki, kendi ülkeleri yerine burada yaşamayı tercih ediyorlarmış.
Calangut'ta gün batımı
Calangut'ta gün batımı




Bu arada aynı anda 4 mevsimin yaşandığı ülke, Türkiye değil Hindistan. 15 gün önce Delhi’de soğuktan titrerken, daha kuzeydekiler karla boğuşurken aynı anda Goa’da insanlar denize giriyorlardı.
Sabah deniz kenarına inildiğinde, sahil boyunca yoga yapanlar, sabah koşusu yapanlar, yürüyüş yapanlarla sahil kalabalık oluyor. Elbette bunları yabancılar yapıyorlar. Bu arada deniz, med-cezir olayından dolayı kıyıya oldukça yaklaşmıştı. Birkaç saat sonra sahile tekrar indiğimizde, denizin sabah gördüğümüz noktadan çooookkk uzaklaşmış olduğunu gördük.
Öğlene doğru sahilden bir görüntü
Calangutta daimi pazar yeri var ve her gün açık. Pazar balık pazarı, et pazarı ve sebze-meyve pazarı olarak 3 bölümden oluşuyor. Balık pazarında satıcıların tümü kadındı ve tezgâhlar jumbo karides, köpek balığı, midye, yengeç, yılan balığı ile doluydu. Elbette keskin balık kokusu oldukça rahatsız ediciydi. Sebze pazarının tezgahları çok renkliydi. Karnabahar, taze fasulye, domates, salatalık, yer elması ilk dikkatimi çekenler arasındaydı. Meyve tezgahlarında daha önce görmediğim bir sürü meyve sergileniyordu. Muz, mango, papaya, mandalina, amrut(içi yenilebilir minik çekirdeklerle dolu baharat tadında), marakuya(henüz bizim ülkemizde görmediğimiz bir meyve). Et pazarının görüntüsü açıkçası pek hoşuma gitmedi, çünkü kesilmiş etler açıkta satılıyorlar. Hava sıcaklığının 30 derece civarında olduğunu düşünce de pek sağlıklı olduğu söylenemez.
Marakuya meyvesi

Marakuya meyvesi
Calangut Pazarı
Akşam saat 18’e gelirken görevliler denizdeki kişileri dışarı çıkartıyorlar (özellikle Hintlileri). Balıkçı tekneleri, gezi tekneleri, jetskiler işbirliği içinde sahildeki yerlerine çekiliyorlar. Hep birlikte tekneleri ritmik hareketlerle, “orsa, orsa” diyerek sahile çekiyorlar. Eğlenceli ve keyifli bir işlem.
Akşam oldu tekneler sahile öekiliyor

Calangut’un 4 km kuzeyinde yer alan Anjuna’da her Çarşamba günü Flea Market(bit pazarı) kuruluyor. Gidip görmek gerekli tabii.J
Calangut’tan Anjuna’ya giderken bir araca binmek yerine yürümeyi tercih ettik. Önce sahilden Baga’ya kadar yürüdük, Baga nehrinin en sığ noktasından çantalarımızı başımızı üstüne kaldırarak akıntıya karşı yürüyerek karşı kıyıya geçtik. Bundan sonra tırmanma süreci başladı. Yaklaşık 2 km, ağaçlar içinde geçerek tırmandıktan sonra, benzer iniş süreci başladı. Kayalıklar, orman içi, tepeler, siyah ve kırmızı renkli kayalar üstünden geçerek, 10 km yi bulan yürüyüşümüzün sonunda Anjuna sahiline ulaştık. Karşımızda incecik kumu ile uzanan geniş bir kumsal uzanıyordu. Bizi karşılayan ise ters boynuzlu inek oldu.
Anjuna'dan


Anjuna sahilinin asıl sahipleri
Flea Market yıllar önce hippilerin başlattığı, Çarşamba günleri kurulan, yabancı satıcıların da bulunduğu, kasaba büyüklüğünde, yüzlerce satıcının olduğu bir pazar. Sebze-meyve dışında antika eşyalar, takılar, yerel ve özel tasarım giysiler, ayakkabılar, baharatlar, çaylar, süs eşyaları, örtüler, kilimler, kısaca her şey mevcut. Pazar yıllar önce hippiler tarafından kurulmuş. Hippiler burada toplanıp gitar çalar, şarkı söyler, yaptıkları basit şeyleri satarlarmış. Günümüzde pazardaki hippilerin sayısı sayılabilecek kadar az. Rastalı saçları, ayaklarında çizmeleri ile Flea Marketin renklerinin bir parçası halindeler. Pazar yerine motorlu araç girişi yasak, mekân için kira ödeniyor. Pazarın olmazsa olmazlarından olan dilenciler bile artık pazara girmek için para ödüyorlarmış. Pazarın farklı bölümlerinde, farklı gruplar rock konseri veriyorlar. Elbette bu da organizasyonun bir parçası, hangi grupların müzik yapacakları sırayla belirleniyormuş.

Anjuna Flea Market
Limâni satıcı kadın(takıları muhteşem)

Pazarda dolaşanların %90ını turistler oluşturuyordu (özellikle Ruslar). Anjuna bir zamanlar hippilerin mekanıymış, Flea Marketin dışında hafta sonları da tekno partiler düzenlenirmiş.  Pazardaki yerel satıcılardan limâni kadınları ilgi çekiciydi. Tepeden tırnağa takılarla süslenmiş, yerel giysiler içindeki bu kadınlar yıllardır aynı şekilde giyinip, yaşıyorlarmış. Saçları, el ve ayak parmakları, kolları, boyunları çeşit çeşit takılarla süslü. Aslında sokaktaki sıradan kadın bile süslü, ancak bu yerli kadınlar özellikle dikkat çekici. Bu kadınların yanında takısız ve yalın kaldım. 
            
  Pazardan Calangut’a dönüşü rikşa (üç tekerlekli motorlu araç) ile yaptık. Akşam yemeğimizi uluslar arası şubeleri bulunan The Tibetian Kitchen adlı restoranda yedik. Geleneksel Tibet dua bayraklarıyla süslenmiş, temiz bir mekanda (burada lüks restoranlar dışında pek rastlanmayan bir özellik), özenli bir servis eşliğinde yemeğimizi yedik. Turistlerin tercih ettiği bu restoranın önemli özelliklerinden biri her tür sebzenin mineral suyla yıkanması ve bunu bir yazı ile belirtmişler. Biz içeri girdikten kısa bir süre sonra bütün masalar doldu. Çorba, momo (Tibet mantısı) ve biradan oluşan yemeğe 2 kişi 420 rupi (14 TL) ödedik. Günler sonra ilk kez tıka basa doydum. Bundan sonra bütün akşam yemeklerini burada yemeye karar verdik. Yaşasın yemek yemek.
Mapusa Calangut’a 8 km uzaklıkta bir şehir. Cuma günleri büyük bir Pazar kuruluyormuş. Gidiş-dönüş yerel halk otobüsüne bindik. Otobüs Türkiye’de artık örneği kalmamış, eski ve takur tukur sesler çıkaran bir model. Müzede yer alması gereken bu araçlar şehirlerarası yolcu taşımacılığında da kullanılıyormuş. Ayrıca otobüsün kapasitesi 20 kişi, ancak içerde 60 kişi var. Turistler, öğrenciler, pazara giden yerli halk, hep birlikte yakınlık kurarak Mapusa’ya ulaştık.
Calangut-Mapusa toplu taşım aracı
Mapusa, Goa eyaletinin büyük şehirlerinden biri. Resmi daireler, tiyatrolar, konser salonları bulunuyor. Mapusa pazarı, yerel belediyenin kurduğu ve alan tahsis ettiği, bir çok şeyin bir arada bulunduğu bir yer. Sebze-meyve satıcıları, kurutulmuş balık, kurutulmuş karides, taze balık, giysiler, baharatlar, taze et, canlı tavuk, tapınaklar için çiçek, ayakkabı, çanta, Tibet ekmekleri vs vs. akla gelebilecek ve ihtiyaç olan her şeyi bulmak mümkün. Çünkü Pazar alanının arka tarafında da dükkanlar bulunuyor. Dükkanların bir kısmı toptancı niteliğinde, çünkü bu alan aynı zamanda toptancılar çarşısı.
Mapusa pazarı
Hindistan’da yaşayabileceğiniz çok ilginç bir durum var. Siz bir satıcıdan bir şey alıyorsunuz, bir başka satıcı yanınıza geliyor ve aynı ürünü size yeniden sunuyor, “benden de al” ya da “onu ver, benden al” diyebiliyor. 
Mapusa Pazarı
Mapusa Pazarı
 
Hindistan’da et yemek cesaret isteyen bir şey. Çünkü etler soğuk alan olmaksızın, açıkta satılıyor. Dükkanlarda yerlerde et parçalarını görebiliyorsunuz. Müslümanlar için helal kesim et satan dükkanlar ayrıca belirtmişler. Tavuklar canlı satıldığı için daha sağlıklı. Seçtiğiniz tavuk sizin için kesiliyor veya tavuğunuzu siz kendiniz kesiyorsunuz.
Goa kaju cenneti. Kuruyemiş dükkanlarında gördüğümüz kaju, meyvenin son bölümü, ilk bölümü elmaya benziyor ve Goa’da bu kısımdan Fenny adı verilen bir tür votka yapılıyor. İçki satan dükkanlarda fiyatlar birbirine çok yakın. Örneğin 1 litre yerel viski 60 rupi (2 tl), 1 litre fenny 70-80 rupi(2,5 tl), 70 lik şarap 40 rupi(1,5 tl). Gel de içme yani.

                         Mapusa Pazarı

Mapusa Pazarı





Mapusa Pazarı


Hindistan’da bildiğimiz anlamda ekmek kültürü yok. Chapati denilen bir tür mayasız lavaşı ekmek olarak kullanıyorlar. Bu ekmeğin yağlanmış şekline prata diyorlar. Goa eyaleti Tibet’ten göç edenleri kabul etmiş, onlara yaşayacakları yer vermiş ve iş olanakları sağlamış. Tibet’lilerin mayalı ekmek çeşitleri bizim ekmeklerimize benziyor. Sabah, öğle ve akşamüstü olmak üzere günde 3 kez bisikletli dağıtıcılar ekmek satıyorlar. Kafelerde kahvaltı seçenekleri fazla değil, continental kahvaltı dediğinizde 3 dilim ince kızartılmış tost ekmeği ve reçel getiriyorlar. Bir başka doyurucu şey “french tost” denilen yumurtalı ekmek. Diğer seçenek ise hint kahvaltısı denilen 3 parça prata(yağlı lavaş) ve yanında patates ezmesi ve turşu.  Biz de bu kahvaltıya her gün para ödemektense, marketten birkaç çeşit peynir ve sabah satıcısından ekmek alarak kahvaltı sorununu odamızda çözdük. Meyvelerle zenginleşmiş kahvaltı sonrası da çayımızı denize karşı içtik.
Calangut Hintlilerin tatil yer olarak seçtikleri bir köy. Cumhuriyet bayramı (Republic Day)nedeniyle çok yoğun bir kalabalık vardı. Caddelerde (zaten tek bir cadde var) insan seli akıyor, deniz kenarında insan öbekleri kum taneciklerine benziyordu. O kadar kalabalıktı ki, o tek cadde de trafik polisi görev yapıyordu. Haftada bir gün kurulan gece pazarına gitmeyi düşünüyorduk ancak kalabalıktan dolayı rikşalar 3 katı fiyat istedi, vazgeçtik. Onun yerine Calangut’taki bayram şenliklerini izledik. Hindistan’ın bağımsızlık günü kutlu olsun.
Calangut'ta Cumhuriyet Bayramı
Calangut’un 4 km kuzeyinde Baga adlı belde yer alıyor. Burası yıldızlı butik otellerin yer aldığı bir köy. Market ve kuaför salonlarının varlığı dikkat çekiciydi. 4 km güneyinde ise Candolim adlı belde yer alıyor.
Candolim'den eskş mimari örneği bir ev
Candolim daha kentleşmiş ve lüks yapıların olduğu bir belde. Buradaki oteller, sahil kenarında yer alıyor ve butik otel tarzında. Ana yolun ortasında bir şapel yer alıyordu. Bu ülkenin var olanı koruma üstüne kurulu felsefesinin bir başka örneği de dükkanın içinde geçen ağacın varlığıydı (biz şapelin yerini değiştirir, ağacı da keserdik). Büyük marketlerden birine girdik. İçinde yerli ve ithal çeşitli ürünler yer alıyordu. Raflarda İtalya ve İspanyanın zeytin ve zeytinyağı vardı. Malatyalı bir firmanın kuru kayısısını görmek keyifliydi. Yol kenarlarındaki görkemli banyan ağaçları göz alıcıydı. Candolim’de Portekizlilerden kalma bakımlı evler özgün yapıları ile yaşamaya devam ediyorlardı.
Candolim'de bir şapel

Girdiğimiz bir kitapçının raflarında, uluslar arası üne sahip yazarımızın kitapları yer alıyordu. İngilizce dışında hiçbir dilde kitap yoktu.
Motor kiraladık, yakıt dahil günlük 390 rupi (13 tl) ödedik. Önce kuzeye doğru Anjuna, Vagator, Çhapora sahiline gittik. Vagator sahilinde, siyah kayaların üstüne deniz tuzlarını görünce, Gandi’nin İngiliz yönetimine karşı tepki olarak başlattığı tuz yürüyüşünü anımsadım. Şiddetten uzak ama tepkisel direniş. Büyük lider, büyük adam.
vagator sahili
Capora sahilinde balıkçı tekneleri
Chapora bir koy bu nedenle gel-git olayı daha küçük düzeyde. Calangut’taki gibi deniz 20 metre çekilmiyor. Bekleyen mendireğe bağlı teknelerin hepsi Hindistan bandıralıydı. Sahilde eski tip yerel tekneler duruyordu. Bu tekneler tek parça ağacın içini oyulması ile yapılmış, her tarafı ziftlenerek su geçirmezlik sağlanmış. Eklenmesi gereken parçalar kalın iplerle sarılarak tamamlanışlar. Yolda gördüğümüz banyan ağacı anıtsal büyüklükteydi. Bir turist grubu ellerinde torbalarla çevre temizliği yapıyorlar, Hintliler ise seyrediyorlardı. Biz de elimize bir torba alarak onlara eşlik ettik.
Capora sahilinde eski bir tekne











Banyan ağacının hepsini kamera alamadı

Fort Aquada Calangut’un güneyinde, Candolim’den sonra yer alıyor. Fort Aquada cezaevi deniz kenarında kurulmuş, yarı açık cezaevi. Aktif durumda olduğu için gezemedik, dışarıdan fotoğraf çekmemize izin verdiler. Cezaevinin bir tarafı deniz, diğer tarafı orman ve kayalık olduğu için mahkumların kaçması sanırım oldukça zordur. Bizden sonra gelen bir turist; “hadi bir suç işleyip içeriyi de görelim” dedi. Düşünmesi bile kötü.
Fort Aquada cezaevi
Fort Aquada cezaevi
 Hindistanda ağaçlar büyülüyor. Güzel ve görkemli ağaçlarla dolu yolu geçerek Fort Aquada’ya (Aquada Kalesi) ulaştık. Kalenin içindeki eski deniz feneri kullanılmadığı için yanına yeni bir deniz feneri yapılmış. Kalede restorasyon çalışması devam ediyordu. Kale, Portekizliler tarafından, gemilere su vermek üzere yapılmış, adı da bunu ifade ediyormuş; Aquada Portekizcede “sulu yer” anlamına geliyormuş. Bu kalen gemilerin içme suyu ihtiyaçları karşılanıyormuş. Deniz feneri 18. Yüzyılda yapılmış, 7 saniyede bir ışık yakıyormuş.



Fort Aquada kalesindeki eski denizfeneri


Bundan sonra geri dönüş başlayacak. Tatil bitiyor,ancak evimi özledim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder